İnsanları bir yaratıcıyı kabul eden ve etmeyenler diye ikiye ayırarak bir gruba ateist diğer gruba da Müslüman diyelim. Aslında Ateistlik ile Müslümanlık arasında ince bir çizgi vardır. Bu çizgi varoluşun kaynağı noktasındaki bakış açısıdır. Ateistlik varoluşun kaynağını doğa, tesadüf veya evrim olarak görürken, Müslümanlar ise var oluşu irade sahibi bir güce bağlarlar.
Bu iki düşüncenin mücadelesi tezleri ve anti tezleri, Yasin suresinde karşılığını şu şekilde bulur: (Ey Muhammed!) Onlara, o memleket halkını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti. Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, "Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz" dediler. Onlar şöyle dediler: "Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz" (36/13-15). İnanmayanların ya da inanmak istemeyenlerin bu argümanına şehrin öbür yanından koşarak gelen bir adam: "Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca ona döndürüleceksiniz" (36/22) şeklinde cevap verir.
Müslümanlar gibi, bir yaratıcı kabul etmeyenlerde ölüm gerçeği karşısında çaresizdir. Lakin biri ölümü hesap zamanı görürken bir diğeri yok oluş olarak görür. Düşüncedeki bu farktan dolayı her iki tarafında yaşam biçiminin farklı olması beklenir ya da farklı olacağı düşünülür. Yani biri hayatının kurallarını kendi belirlerken, diğer grup ise otomatikman yaratıcı kabul ettiği varlığın kurallarına göre hareket edeceği umulur.
Gelin görün ki, fikirsel boyutta bu iki görüş ayrışmasına rağmen iş pratiğe binince, yaşam şekli noktasında birçok Müslüman’ın ateistlerden/hesap gününü yok sayanlardan farklı olmadığını görürüz. Fikirsel boyutta ayrı düşen Ateist grup ile Müslümanlar kulluk yap(ma)ma noktasında aynı kulvarda hareket ederler. Ateistler ile Müslümanların yaratıcıya yönelik sorumluluklarını yok saymada yöntem farkları olmasına rağmen, her iki grupta kendince haklı sebeplere sığınarak kulluk yapmama noktasında bir metot geliştirmişler.
Aslında yaratıcı gücü kabul etmeyenler yaşamlarını idame etmelerini sağlayan veya kolaylaştıran tüm eşyalara şöyle bir baktıklarında yaratıcısı/imalatçısı olmayan hiçbir eşyanın olmadığını iç dünyalarında ikrar etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü herhangi bir nesnenin yapımcısı kim ise onun üzerinde tüm tasarruf hakkının ona ait olduğu gerçeğini günümüz şartları içinde daha iyi anlıyorlar. Kullandığımız tüm eşyaların bir sahibi olduğunu bilmemize rağmen koskoca evrenin ve mükemmeliyet abidesi olan kendimizin nasıl tesadüfü olduğunu düşünebiliriz? Buna rağmen sırf kulluk etmemek adına gözlerini bu gerçeğe kaparlar. Böylelikle beni herhangi bir varlık yaratmadıysa, benim için bu yaşamda kimse benden bir şey isteyemez ve kuralda koyamaz diyerek gönlünce yaşayabileceği bir hayat modeli oluşturdular.
Hoş bazı Müslümanlar da Ateist kardeşlerde mantık olarak farklı değiller. Hatta Ateist gruptan daha fazla gözleri yumuktur. Tanrı tanımaz kardeşler inanmıyorum der ve inancının gereğini yaşarken bazı Müslümanlar ise inandıklarını söyledikleri Allah-u Teâlâ’ya kulluk etmemek adına elli türlü takla atarlar. Kendilerince uydurdukları mazeretlerin arkasına sığınarak ateist/Tanrı tanımaz gibi yaşarlar. Dinde yeri olmayan mazeretlerin arkasına saklanırlar. Amel ve bilgi noktasında yerlerde sürünmelerine rağmen, kalplerinin temiz olmasından tutunda annesinin başörtüsü, babasının sakalının gölgesine sığınanının yanında dedesinin bilmem kaç kere hacı olmasıyla övüneni mi dersiniz, saymakla bitmez.
Bazen düşünmeden edemiyorum. Kulluk etmemek adına inkârı seçenler mi? Yoksa Allaha ve ahret gününe inandıklarını söyleyip, bu ikrarlarına rağmen, kulluk etmemek adına inandıklarını söyledikleri ilkeleri, yaşamları ve tercihleri ile yalanlayan, Müslümanlar mı daha çok yanlış yapıyor?