Kültürümüzde mangalda kül bırakmamak ve bekâra karı boşamak diye bir atasözümüz vardır. Bu sözler genelde yapamayacağı işleri yapabilirmiş gibi söylemek, bir kişinin çok iddialı ve kendinden emin konuşması, fakat gerektiğinde bu iddiaları destekleyecek eylemleri gerçekleştiremediğini/gerçekleştiremeyeceğini ifade eder. Bir başka deyişle, sadece laf üretip, bunu eyleme dökmekte yetersiz kalmak anlamında kullanılır. Bundan dolayı olsa gerek Kızılderililer ve Türklerde kişiye adı doğar doğmaz verilmezmiş. Çocuğun adı sosyal hayatta sergilediği hal ve hareketlere göre verilirmiş.
Vakti zamanında bir dostlar meclisinde bazı kişilerin güvenirlik, dürüstlük meselesi konusu açıldı. Herkes kendi bilgisine göre bir kriter ifade ettikten sonra: Bana göre şu adam çok dürüst bu adam çok güvenilir denmeye başlandı. İçimizde sağlıklı düşünen bir arkadaşımız ise şunu dedi: Hakkında kefil olduğunuz canlının insan olması gerçeğinden hareket ederek hiçbir kimse için yüzde yüz güvenilir ya da dürüst diyemeyiz. Her insanın bir zaafı vardır. Güvenilirliği, dürüstlüğü ya da sadıklığı o zaaf ortamı meydana geldiğinde sergileyeceği tavırla net bir şekilde belli olur.
Kuran-ı kerime baktığımız zaman gerek bir anlık ayağı kayamaya ya da yamukluğu şiar edinmeye dair çeşitli örnekler bulabiliriz. Bir anlık ayak kaymasına adem babamız ve annemizin başından geçeni örnek verebiliriz. Âdem babamız ve annemiz iblisin “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı” telkinine yenik düştüler. Yamukluğu şiar edinmeye ise israiloğullarının tutumlarını örnek verebiliriz. İsrail oğulları ortada bir şey yokken peygamberlerine: “Bize bir hükümdar gönder, Allah yolunda savaşalım” dediler(2/246). Bunların bu isteklerine peygamberleri: “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” diye uyarmasına rağmen onlar: “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Daha sonra Allah-u Teâlâ onlara istedikleri savaş iznini vermesine rağmen: içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler(2/246).
Vakti ile yaşanmış bir hikâyeyi buna örnek verebiliriz. Bir beldede özü sözü doğru herkes tarafından sevilen takdir edilen biri varmış. Bir gün ahali kapısını çalarak: Sen iyi bir adamsın yıllarca da bu özelliğine şahidiz seni başımıza başkan yapmak istiyoruz demişler. Adam ne kadar yok demişse de sonunda ikna olmak zorunda kalmış. Silme oyla bu adamı başkan seçmişler. Günler günleri kovalamış zamanla başkanın önceki tavırları ile çelişen olaylara şahit olmaya başlamışlar. Bir iki üç derken o eski adam gidip yeni bir adam gelmiş. Bu yeni adam eskisi başkanları aratmaz olmuş. Kasaba halkı durumu merak edip ve anlamak için başkanın makamına gitmişler: Sen eskiden böyle biri değildin sana ne oldu demişler. Başkan da oturduğu koltuğu gösterip demiş ki: Bu koltuk da ne varsa oturanı değiştiriyor.
Bu ve buna benzer örneklerden hareketle arkadaşım şu sözü söyledi: Bir kişinin güvenilir olduğu ancak sayılması mümkün olmayan bir paranın başına bekçi diktikten sonra o kişi bu paradan bir kuruş almıyorsa bu adama güvenilir diyebiliriz. Yoksa çaldığında belli olan bir paradan sorumlu olan insana bu sıfatı vermek uygun değil. Arkadaşımın bu sözüne içten katılmamak elde değil.
Kıssadan hisse: Islama, Müslümanlara, insanlara hizmet etme söylemi ile omuzlarımıza basarak makam mevki sahibi olan nice idealist! Müslümanların, koltuklarına oturduktan sonra ideallerini unutmaları, koltuk yüzünden midir? Veya bizlerden ustalıkla sakladıkları sinelerinin özündeki koltuk, makam, mevki sevdası mıdır? Yoksa bekârken boşadıkları karıların ahı tuttuğundan mıdır? Bilen varsa söylesin.