Hepimizce malum olduğu üzere kuran-ı kerimin üçte birisini kıssalar oluşturur. Kıssalar aynı hikâyeler ve masallar gibi okuyana dinleyene öğüt nasihat vermesinin yanında kıssaları hikâye ve masallardan ayıran en önemli özelliklerden birisi anlatılan olayların yaşanmış olmasıdır. Kıssalar eğer yaşanmamış hayali şeylerden ibaret olsa idi o zaman insanlar için imtihan açısından örnek olma özelliği taşıyamazlardı. Böylelikle bazı insanlar için bir dayanak olurdu ve yarın kıyamette: Allah’ım bu verdiğin örnekler fantezi olduğu için örnek alabileceğimiz bir mahiyette değildi; itirazlarına kapı açılırdı.
Örneklik olma bakımından kuran- kerime yönelen bir kişiyi ilk olarak farklı bir mekânda yaşanmış bir kıssa olan Hz âdem ve iblis kıssası karşılar. Bu kıssa herkesçe malum olduğu için parça parça değinip, âlimlerimizin izahatları gölgesinde gücümüz oranında o günkü topluma ve bugüne hangi mesajları veriyordu/veriyor irdelemeye çalışacağız. Hz âdemin yaratılışın başlangıç serüveni ve Melekût âlemindeki varlıkların bu olaydan nasıl haberdar oldukları bize bakara suresi 30. Ayetinde şöyle anlatılır: Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” dedi.
Bu kısa atıfta Allah-u Teâlâ başta o günkü toplum olmak üzere kıyamete kadar olacak tüm insanlara bazı mesajlar veriyordu. Allah-u Teâlâ ayetin bu kadarki kısacık hitabında: insan neslinin başlangıcı, Hz âdem’in cennetten çıkması/çıkarılması, yaratılış amacı gibi birçok konulara atıf yapmaktadır.
Meselenin daha iyi anlaşılması adına başlamadan önce ilk önce şu ön bilgiyi paylaşmamız gerek. Bugün olduğu gibi kuranın indiği Mekke dönemimde de insanın nasıl yaratıldığı ve insan neslinin cennetten gerek Hz Âdem gerekse Hz Havva yüzünden çıkarıldığı gibi kafa karışıklığına sebep olan konular mevcuttu. Bugün olduğu gibi dünde insanların bir yaratıcı tarafından var edildiğine inananlar olduğu gibi, evrimi savunan insanlarda vardı.
İnsanın varlık âlemine çıkışını bir yaratıcıya izafe etmeyen/edemeyen insanlara Allah-u Teâlâ bu hitapla ilk önce inanmayanlara ilk insanın bir evrim ürünü değil, bizzat ben yarattım der. Bununla birlikte ilk yaratılan insan biline yanlışı düzeltme adına önemli bir ayrıntıyı gözler önüne serer. İnsanın ruh üflendikten sonra kâmil bir varlık olduğunu bildirir. Böylelikle ilk insanı mağara ehli ve hayvansı bir varlık olarak gören, zamanla medenileştiğini savunanlara, ilk insanın bilgi yönünden de belirli bir seviyede olduğu mesajı verilir. Bu tezi daha sonra ise, ilk insanın yeryüzünün ve insanlığın ilk peygamberlik vazifesi ile görevlendirildiği bildirilir.
Yukarıdaki ayette geçen hitaba dikkatli bakılırsa, Allah-u Teâlâ meleklere “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” şeklinde bir söz söylüyor. Yani halife olarak sıfat verdiği insanın nere için yaratılacağını açık bir şekilde bildiriyor. Ayrıca; Ben yeryüzünde demek sureti ile, ilk insanın yaratıldığı mekânda kalma gibi bir ihtimali olmadığını Allah-u Teâlâ tüm insanlığa açık açık söylüyor. Buna rağmen bazı kimseler âdem babamız ağaca yaklaşmasaydı, biz ebedi olarak cennette kalırız gibi ayetle ters düşecek fikirleri savunabiliyorlar.
Bazı arkadaşlar haklı olarak şu soruyu sorabilirler. Allah-u Teâlâ neden ilk insanı dünyada yaratmadı da farklı bir mekânda yarattı? Bu güzel soruya güncel bir aktivite olan yağlı güreş üzerinden vereyim. Nasıl ki güreşçiler meydana çıktıklarında ilk önce birbirini tartma adına el ense çekerse. Tabiri caizse Allah-u Teâlâ’da (Allah-u âlem) iki rakibin mücadele öncesi birbirini tanımasına zemin hazırlamıştır. En basit bir ifade ile iki ezeli düşman birbirinin artılarını eksilerini öğrenip mücadele sahasına öyle indirilmiştir.( En doğrusunu Allah (cc) bilir.)