Bir hadisi şerifte peygamber efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Ebû Dâvut, Tirmizî,). Hadisde vurgulanan Fıtrat sözlükte: lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kağıt veya üzerine hiç ses kaydedilmemiş bir bant, şekil verilmeye müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir fidan gibi... anlamlara gelmektedir. Kısaca fıtrat: yaratılıştaki mahiyeti itibariyle her insanın lekesiz, tertemiz ve iman ve İslâm'ı kabul etmeye en müsait bir halde/biçimde yaratılmasının adıdır.
Yaratılışta her kişiye nakşedilen bu kuraldan dolayı dünyanın neresinde olursa olsun bir insan cennetlik ya da cehennemlik olma noktasında yarı yarıya şansa sahiptir ve kişilerin cennetlik ya da cehennemlik olmaları noktasında ilk etken eğitimciler olarak anne ve babalardır. İkinci etken ise kişilerin akıl baliğ olduktan sonraki kendi yaşam tercihleridir. Kendi tercihini yapacak yaşa gelinceye kadar doğum itibari ile Allah-u Teâlâ çocuğun inanç noktasındaki eğitiminden anne babayı sorumlu tutuyor.
Allahın içlerine yerleştirdiği merhametten ya da sorumluluk duygusundan dolayı daha çocuk dünyaya gelir gelmez hatta ondan daha önce anne babayı bir telaş alır. Kişinin inancına ya da dünya görüşüne göre çocuğu için bir gelecek kaygısı duymaya başlar. Bu duydukları kaygıyı sahip oldukları inanca/görüşe göre şekillendirirler. Bazı anne ve babalar çocukları için hem ahret kaygısı hem de dünya kaygısı taşırken, kimi anne ve babalar ise çocuğunun sadece dünyası endişe duyar. Bu şekilde hareket etmesine hayatın bu dünya ile sınırlı olduğunu düşünmesi ve ahret denen bir hayata ya inanmaması ya da önemsememesinden kaynaklanır. Bu bakış açısından dolayı tek kaygısı çocuğunun dünyada mal, mülk, kariyer edinmesi noktasındadır.
Oysa Allah-u Teâlâ bizlere bir anne babanın çocuğunun dünyasının yanında ahretini de düşünmesi gerektiğini bildiriyor. Bir anne ve babanın çocuğu için öncelemesi gereken kaygısını bize lokman hekimin dilinden şöyle tarif ediyor: Bir anne ve baba çocuğuna “(Evlâdım! Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk, gerçekten çok büyük bir zulümdür!”31/13) ayeti prensibince anne babanın ilk sorumluluğunun çocuğuna sağlam bir inanç öğretmek olduğunu bildiriyor.
İnternette gezinirken Abdurrahman Ateş diye bir kişinin şu sözüne rastladım: Bir çocuğun eğitim sürecindeki başarısızlığı anne babayı üzüyor, fakat çocuğun Allah’tan uzaklaşması kendisini üzmüyorsa (bu noktada bir gayreti yoksa) ebeveynlik görevi yapılmamış demektir. Kendisine çocuğunu bahşeden Allahın bu uyarısına/isteğine/tavsiyesine rağmen, birçok anne ve babanın çocukları için ahret endişesi taşımaları yerine, dünyada makam mevki mal mülk endişesini taşıdıklarını görürüz. Oğlum, kızım oku da mesleğini eline al. Falana filana mecbur olma, ayaklarının üzerinde durmayı becer gibi telkinlerde bulunurlar. Sonsuz hayat dedikleri Ahrete bakışları ise: aman canım kim gidipte görmüş/gelmiş ki, ya da Allah kerim der savsaklar/önemsemezler. Belki de benim bilmediğim bir garantiye sahip oldukları için ahret konusunda başta kendileri olmak üzere çocukları içinde endişe etmezler.
Hal böyle iken Mekke toplumunda diri diri toprağa gömülen kız çocukları için yas tutup ve o anne ve babalar için olmadık laflar edenler, Kendi yavrularını Allahtan, ahretten habersiz yetiştirip, üç günlük dediğiniz dünya hayatı uğruna cehenneme kendi elleriyle yolladıklarını görmezler görmek istemezler. Birde kendi elleriyle evlatlarına yaptıkları bu düşmanlığı göz ardı ederek, evlatlarını toprağa gömenlere cahil/barbar derler. Onlar barbar ve cahil ise, sizlere nasıl hitap edelim?