Nüzul ortamını bilmenin metni anlamaya katkısı bağlamında verilebilecek en güzel örneklerden birisi Alâk suresidir; ilk nazil olan Alâk Suresinin ilk ayetlerindeki "ikra" sözcüğü eğitim-öğretimin önemine vurgu yapılarak anlatılmaktadır. Hâlbuki Kuran öncesi Mekke toplumunun özellikle gaybi haberlerin kaynaklarına bakıldığında, insanların bilgi elde etmede ve problemlerini çözmede kâhinlere müracaat ettikleri bilinmektedir. Kehanet sezgi veya bir tür ilhamla yahut bazı işaretlerin yorumuyla ileride meydana gelecek olayları önceden görme ya da haber verme, gizli veya esrarengiz bilgiyi ortaya çıkarma işi yahut sanatı, kâhin ise bu işi yapan kişidir. İlk nazil olan "ikra" ile başlayıp "rabbinin adı ile oku" ile devam eden ayetlerle sahih bilginin kaynağının vahiy olduğuna dikkat çekilerek başta gaybi bilgiler olmak üzere, herhangi bir bilgi noktasında kâhin vb. kimselere itimat edilmemesi gerektiği anlatılmaktadır.
Bu bölgede kısmen de olsa müntesibi bulunan Yahudi ve Hıristiyanların hegemonik din anlayışlarına bir eleştiridir. Bu inanç gurupları, bilginin kaynağının belli kurum ve şahısların tekelciliğinde olduğuna inanmaktaydılar. Kuran bilgiyi belli bir kurum veya şahıslara değil emeğe indirgedi. Metin dış bağlam ilişkisine bakıldığında Hz. Peygamber ve Mekke'de yaşayanların hafızasında karşılığı olmayan kıssanın vahiy tarafından anlatılmadığı bilinen bir gerçektir. Mesela; Hz. Lut'un kavminin yaptığı cinsel ahlaksızlığın mahiyeti ancak Mekke'de yaşayan aristokrat ailelerin "ahlaki anlayışları" bilindiğinde daha sağlıklı anlaşılacaktır. Bu anlamdaki ahlaki yozlaşmalara çözüm üretmede vahyin ilk dönemdeki yol göstericiliği işimizi kolaylaştıracaktır.
Kabile anlayışının dominant olduğu, dini kimliğin çok da anlamlı olmadığı toplumda vahyin "Müminler ancak ve ancak kardeştirler" (Hucurat, 49/10) ayeti dini üst kimliğin yanında kabile kimliğinin de yok sayılmadığı bilinince anlaşılır hale gelir. Özellikle hem kabile içinde üstünlük, sınıfların varlığı hem de Hristiyan ve Yahudilerdeki seçilmişlik iddiaları Kuran tarafından onaylanmamaktadır.
Fatiha suresinde geçen "elhamdulillahi Rabbil-âlemin", ayeti övme (medh) övünme (fahr)'ın sosyal hayatın bir parçasıdır. Mesela; Velid b. Muğire Haşimoğulları ile rekabet etmek için hac zamanı Mina'da büyük bir ateş yaktırır ve hacılara yemek ikram ederdi. Mekke müşrikleri övülmek maksadıyla maddi masraflardan da kaçınmazlardı. Kureyş'in farklı kabilelerine mensup insanlar, Mekke'nin muhtelif mahallelerinde toplanıp övünme yarışına girişir, birbiriyle atışırlar; sonunda kavga etmeden bulundukları yerden ayrılmazlardı. Övme ve övünme Hicaz toplumun ayrılmaz parçasıdır. Yukarıda geçtiği üzere kuran "elhamdulillahi Rabbil-âlemin", diyerek Allah'ın insanların yapacağı "övgüye" ihtiyacının olmadığı belirtilirken Fatiha süresindeki "övülmesi" gereken yegâne varlığın Allah olduğunun "tahsis" ile belirtilmesi vahyin ilk muhataplarındaki "övgü kültürünün" problemlerine dikkat çekilmektedir.
Çünkü övgü kültürü, insanı sahip olmadığı özellikleri ile anmaktır. Bu bazen diğer din mensuplarının "Allah'ın kulu" (Nisa, 4/172) olarak anılması gerekirken Hıristiyanların "İsa Mesih Allah'ın oğludur". " veyahut Yahudilerin belli bir kesimi tarafından da seslendirilse de "Üzeyr Allah'ın oğludur", (Tövbe, 9/30) iddiaları övgü kültürünün insanları götürdüğü noktayı göstermektedir. Hz. Peygamber (sas)'in "Hıristiyanların Meryem oğlunu uçurduğu övdüğü gibi beni de siz uçurmayın övmeyin. Ben sadece Allah'ın kuluyum, benim için: Allah'ın kulu ve elçisi deyiniz" sözü Hicaz coğrafyasındaki övgü kültürünün etkisini ve bunun oluşturacağı tahribatı önlemek için başvurduğu tedbirlerden birisidir.
*Bu yazı RAĞBET YAYINLARINDAN çıkan Cahiliye Üzerine Tetkikler adlı kitaptan Iğdır Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Zeki Tan’ın ŞEKİL MANA BAGLAMINDA MÜŞRİK DİNDARLIĞI adlı makalesinden alıntılanmıştır.