Her insanın ruhunun kaynağının aynı olması, ruha ve ruhun insana kazandırdıklarına dair bilgiler, Allah Teâlâ ile özel ve yakın ilişki kurmanın peygamberlerle sınırlandırılmaması gerektiğini göstermektedir. Kuran’da, bu konularda peygamberlerle diğer insanlar arasında herhangi bir ayrım yapılmamakla birlikte birçok insanın zihninde peygamberlerin diğer insanlardan çok farklı potansiyele sahip olduklarına dair gibi bir algı bulunmaktadır. Bu algının, insanı doğru anlamamaktan kaynaklandığı söylenebilir. Burada, elçilik sebebi ile bulundukları makam gereği peygamberler, diğer insanların elde edemeyeceği, vahiyle alakalı farklı imkân ve lütuflara sahip olduğunu göz ardı etmemek gerek.
Ruh üflenmesini Hristiyanların Hz. İsa’yı ilahlaştırmalarıyla ilgili olarak açıklayan Râzî’ye göre Hristiyanlar “İsa, Allah’ın ruhu olduğu için O’nun oğludur.” diyerek Allah’a iftira atmakta ve “Aslında her bir insanın ruhunun Allah’ın ruhu olduğunu bilmemektedirler.” “Ruhî” ifadesi evim, kölem ifadeleri gibi sahiplik bildirmekte, Allah’ın ruha mâlik olduğunu ve teşrifi anlatmaktadır. İnsanın işitme, görme ve bilme gibi özellikleri de ruh üflenmesi ile gündeme gelmiştir. Râzî’nin Hristiyanları eleştirirken, “aslında her insanın ruhunun Allah’ın ruhundan olduğunu” zikretmesi “Aslında her insan aynı ruha sahip olduğu için sadece Hz. Îsâ değil, her bir şahsın ilahlaştırılması gerekir.” anlamına gelmektedir.
Konuyu geniş bir perspektiften ele alan Seyyid Kutub’a (1906-1966) göre çamurdan yaratılan basit organik varlık, Allah’ın ruhundan üflenmesiyle benzersiz niteliklere sahip yüce insanlık ufuklarına ve yeryüzünün halifeliği makamına yükselmiştir. Yüce Allah, belirlediği sınırlar dâhilinde bu evrenin anahtarlarını, yeryüzünün imarını ve bunun için gereken güç ve enerjileri insana teslim etmeyi uygun görmüştür. Bu ruh, ilk andan itibaren, insanı en ayrıcalıklı varlık kılmıştır. Ruh, insanı Allah'la ilişki kurmayı, mesajını almayı ve O’na ulaşmaya lâyık olmasını sağlayan ilahi soluk ve sırdır.
Mevdûdî’ye (1903-1979) göre Hz. Âdem’e ruhun üflenmesi, ilahi özelliklerin bir yansımasının verilmesi demektir. İlahlık hiçbir varlığın ulaşması mümkün olmayan bir makam olduğu için insanın şu veya bu şekilde ilahi sıfatların bir şekilde yansımasına sahip olması bir tür ilah olması anlamına gelmemektedir. Ruhun üflenmesi, insanın Allah’ın hitabına şâyân, şerefli bir varlık haline gelmesi demektir. Allah’ın bu "ruh"u bizzat kendisine nisbet etmesi, onun yalnızca Allah'a ait olması ve insanın bilgi, düşünce ve yetki gibi sıfatlarının Allah'ın sıfatlarının bir yansıması olduğunu göstermektedir.
Şu halde ruh, Allah’ın bedeniyle bu dünyaya ait, ama mâna boyutuyla ilâhî âlemle ilişkisi bulunan yeni bir varlık türü yaratmak üzere tabiat ötesinden, aşkın âlemden gönderdiği, tabiatüstü gerçek bir varlıktır. Hatta Cenâb-ı Hakk’ın “ruhumdan” buyurarak insan ruhunu kendi zâtına yani bizâtihî gerçek olan yegâne varlığa izâfe etmesini dikkate alarak, insanın insan olmasını sağlayan asıl ve hakiki varlığının bedeni değil ruhu olduğunu kabul etmek gerekir. İşte Yüce Allah’ın, önünde meleklerin secdeye kapanmasını istediği insanın bu mertebesi, ruhun aşkın hüviyetinden gelmektedir. Bakara sûresinde (2/30-33) bildirildiğine göre Allah Teâlâ melekleri insanın bu hüviyeti hakkında bilgilendirmiş, onlar da secde buyruğuna uymuşlardı. Buna karşılık İblîs’in, Âdem’in ruhî cevherinin menşeini ve mükemmelliğini dikkate almadan sadece maddî karşılaştırma yaparak yani Âdem’in bedeninin topraktan, kendi varlığının ise ateşten yaratıldığına bakarak isyana kalkışması onun ilâhî rahmetten kovulmasına ve kıyamete kadar lânetlenmesine sebep olmuştur.
*Bu makale Çukurova Üniversitesi/İlahiyat Fakültesi/Temel İslam Bilimleri Bölümü/Tefsir Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sami KILINÇLI’nın Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 21 Sayı:2 yayımlanan MÜFESSİRLERİN YORUMLARINA GÖRE “ALLAH’IN İNSANA RUHUNDAN ÜFLEMESİNİN” ANLAM BOYUTLARI adlı makalesinden alıntılanmıştır.