Kuran-ı kerimin ifadesi ile gerek yeryüzünde gerekse gökyüzünde yaratılan canlılar her ne kadar fiziksel olarak birbirlerinden farklı üstünlüklere sahip olmasına rağmen, Allah-u Teâlâ katında üstünlüklerinin kendilerine verilen akıl nimetini kullanması ile doğru orantılı olduğunu görüyoruz(2/13). Bundan dolayı Allah-u Teâlâ Kuranı kerimde bu nimetin kullanılması için insana sürekli akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?(8/22) buyuruyor. İmam gazali ise akıl nimeti hakkında ihya kitabında : “Allah, akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır” der.
Her ne kadar insanı yeryüzünde yaratılan varlıkların içerisinden ayıran en büyük özelliğinin akletmesi, düşünmesi olduğunu bildirilirse de, insanı diğer canlılardan üstün kılan bu özelliğinin de bir sınırı bir kapasitesi olduğu da bildirir. Günümüz teknolojisinden hareketle aklı bir bilgisayar işlemcisine benzetebiliriz. Hepimizin bildiği gibi markası ve özelliği her ne olursa olsun her bilgisayarın sahip olduğu işlemcisinden dolayı kapasitesinin bir sınırı vardır. Bu kısıtlamadan dolayı bilgisayara kapasitesinin üzerinde bir iş yüklenince işlem yapmaz/yapamaz ve error verir. İşte insan beyni her ne kadar kapasite yönünden sınırsız olsa da kullanım noktasında sınırlandırılmıştır.
Bu sınırlı kapasiteden dolayı, İnsan beyni de başta Allah-u Teâlâ’nın mahiyeti olmak üzere, bir kısım konuları/bilgileri anlayabilecek idrak edebilecek bir yapıda yaratılmamıştır. Bu kısıtlamadan dolayı Allahın hoşnutluğunu kazanma noktasında kendisinden istenilen bazı emir ve yasakları anlamakta da zorlanmaktadır. Bu ve buna benzer kısıtlamalardan dolayı, kendisine verilen geçici imkânları, Allah-u telanın çizdiği sınırlar/kurallar doğrultusunda kullanılmadığı zaman, başta akıl olmak üzere bu dünyada sınav için verilen tüm nimetlerin hesabının görüleceği hesap gününde çok büyük sıkıntılar yaşanmasına sebep olacağının da uyarısı yapılmaktadır(2/86).
Bu tehlikeyi daha iyi anlayabilmemiz için olsa gerek, bize gökyüzünde yaşanan bir olay ile resmedilmektedir. Hepimizin bildiği gibi Allah-u Teâlâ insanı yaratmadan önce meleklere bilgi verir. İnsan denen varlığın yaratılacağını duyan melekler, sahip oldukları bilgi/akıl sayesinde bir çıkarım yaparak, Allah-u Teâlâ’ya: Yeryüzünde kan dökecek bir canlımı yaratacaksın? (2/30) derler. Sahip oldukları aklın/muhakemenin kapasitesinin sınırlı olduğunu unutan ya da idrak edemeyen bu canlıya Allah-u Teâlâ hatalarını anlamaları için şans verir ve kendi iddiaları/tezleri üzerinden yaratılan bu yeni canlı ile sınava tabi tutar. Bu sınav neticesinde melekler: Biz senin bildirdiğinden başkasını bilmeyiz(2/32) diyerek sahip oldukları aklın/muhakemenin sınırlı olduğunu anlarlar ve hatalarından dönerler.
Bu olayın akabinde yaratılan bu yeni canlı daha önce yaratılan canlıların huzuruna çıkartılır ve Allah-u Teâlâ bir emir verir(7/11). Melekler bu emre uyarken iblis denen canlı bu emre aklını, muhakemesini kullanarak itiraz eder. Kendisine de aynı melekler gibi şans verilen iblis ise hata yaptığını kabul etmek yerine kendisine bahşedilen bu aklın/düşüncenin sınırlı olmadığı vehmine kapılarak, kendisine verilen akıl ve düşünce özelliğini sahip olduğu bilgi ile birleştirerek isyan yolunu tercih eder(38/76). Neticede melekler hatasını anlayıp aklın sınırları içine dönerken, gökyüzünün diğer sakini olan iblis ise aklının sınırlarını zorlamıştır. Bunun sonucu olarak gökyüzü sakinlerinin biri melek olarak kalmışken bir diğeri iblislikten çıkıp şeytanlığa dönüşmüştür.
Aynı şekilde yeryüzünde, akıl nimeti ile donatılan İnsanoğlu da aynı melekler ve iblis gibi bahşedilen bu akıl nimet ile sınanmaktadır. İmtihan için gönderilen bu dünya da, aklını kullanıp kendisinden isteneni elinden geldiği kadar yapma gayreti içinde olup insan vasfında mı kalacak, yoksa iblis gibi kendini bir şey sanıp kâfir olup şeytan vasfını mı alacak?