Bir önceki yazımızı şu satırlarla bitirmiştik: İnsanlara bir şey anlatacakları zaman 1400 yıl öncesini toplumun değer yargıları üzerinden nasihat veriyorlar. İnsanlara Allah resulü köle azat ederdi, deve sütü içerdi, kabak yerdi, lif dolu yatakta yatardı, şu kadar su ile abdest alırdı, karnına taş bağlardı gibi yeni neslin ilgi alanına girmeyen örnekler verilerek, başta z kuşağı denilen gençlik olmak üzere hayatında bu örneklerin esamisi olmayan bir topluluğun İslam’a yönelmesini bekliyorlar.
Oysa kuranda verilen örneklere baktığımız zaman insanları Allahı dini anlatan peygamberler, kişiler Allah-u Teâlâ’nın akletmiyormusunuz? Düşünmüyormusunuz? ilkesinden hareket ederek insanlara tebliğde bulunuyorlardı. Bunun en bariz örneği İbrahim peygamberdir. Hepimizin bildiği gibi İbrahim peygamber gök cisimleri ilah edinen putperest bir toplumun üyesiydi. Allah-u Teâlâ ona hidayet nasip edip kendisini tanıma şerefi nasip edince o da her Müslüman’ım diyenin yapması gereken bir tavır sergiledi ve insanlara yanlış yolda olduklarını nasıl anlatırımın hesabını yaptı.
Bunun neticesi olarak onlara yanlış yolda olduklarını anlatmak için kendi inançlarını kullandı ve ilk olarak hedef olarak onların gözünde küçük ilah olan yıldızı seçti ve onların anlayacağı şekilde: şimdi bizim (halk/toplum) ilahlarımızdan biri bumu? dedi. Kuranda belirtilmemesine rağmen birileri bu soruya muhakkak cevap vermiştir. Çünkü ayetin devamında yıldız kaybolunca istenilen ortam gerçekleşmiş olunca İbrahim (as) ilk darbeyi indirerek: Bu ne biçim ilah bir var bir yok. Bir şeyin ilah olabilmesi için sürekli var olması gerekir diyerek(Enam/77) o günkü insanların inançlarını sorgulamaları için kapı aralamıştı.
İstediği neticeyi alan İbrahim (as) ikinci adımı atarak bu seferde onların orta ilah gördükleri ay üzerinden aynı düzlemde yürüyerek insanların biraz daha düşünmelerini sağlamak adına hadi diyelim o biraz küçüktü onun çapı (ilahlığı/gücü/otoritesi) bu kadar o zaman ondan daha kudretli olan ayın kaybolmaması raklı tepki vermesi lazım. Lakin ayda kaybolup gidince bu seferde zihinlere ve gönüllere inançları ile ilgili ikinci şüphe tohumunu atmak ve farklı bir ilah olduğunu anlatmak adına: Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yolunu şaşırmış kimselerden olurum” (Enam/78) diyerek hem yanlışlıklarını hem de alternatif ilah inancının kapısını açtı.
Gökyüzü ilah inancına son darbeyi ise güneş üzerinden vuracaktı. Çünkü o günkü halkın inancının son kalesi güneşti. İlk önce kavminin gönlünü okşayarak boş bulunması adına: bu onlardan daha büyük galiba siz haklısınız galiba diyerek güneşin batmasını bekledi. Güneş battıktan sonra bir görünüp bir yok olma ilkesi üzerinden kavmine gök cisimlerinin ilahlığı yanlışlığını anlatmak adına: . O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım aynı inancı paylaşmadığını ilan etmiş oldu.
Gökyüzü ilahlarına vurulan darbenin ardından son darbe ise hepimizin bildiği gibi yeryüzü ilahları olan putlara geldi. İbrahim (as) zahiren taştan, ağaçtan yapılan putları kırdı gibi görünse de o aslında uyguladığı metotla kişilerin zihnindeki ilah anlayışını darmadağın etti. Bu gerçek ayette şöyle dile getirilir: Bunun üzerine (puta tapanlar) kendi vicdanlarına dönüp (bir an için, İbrâhîm’in dediklerini düşündüler ve aslında İbrâhîm doğru söylüyor, kendi ellerimizle yapmış olduğumuz putlara tapmakla,) hiç şüphesiz, (asıl) haksız durumda olan biziz!”(21/64) dediler.
Velhasıl kelam: Gerçekten İbrahim’i bir yola tabii olduğunu iddia eden var ise hodri meydan: Kapıdan kovsanız da pencereden girecek insanlara değil, Allah, din ve imandan uzak insanların ya düzelmelerine vesile olma adına ya da yukarıdaki gibi vicdanlarında doğruyu kabul etmelerine sebep olacak bir çalışma yapında görelim.