Bir zamanlar yemyeşil portakal bahçeleriyle, serin esen rüzgârlarıyla anılan Antalya, bugün hızla betona teslim oluyor. Kentin nüfusu 3 milyona dayandı, araç sayısı ise 1,5 milyonu geçti. Şehir her geçen gün daha da kalabalıklaşıyor, yeni inşaatlar yükseliyor, ancak nefes alacak alanlarımız gittikçe azalıyor.
Elbette, artık Antalya eski Antalya değil. Turizm, göç, üniversiteler, iş olanakları derken kent inanılmaz bir büyüme sürecine girdi. Yeni konutlara, yolların genişletilmesine, altyapıya ihtiyaç var. Fakat bu büyüme ne kadar kontrollü ilerliyor?
Bugün Antalya’nın şehir merkezine bakın: Her yerde apartmanlar, siteler, iş merkezleri... Ancak parklar, yeşil alanlar, nefes alacak yerler parmakla sayılacak kadar az.
Eskiden çocukların top oynadığı boş araziler, şimdilerde devasa rezidanslarla dolmuş durumda. Peki, bu şehri sadece beton bloklardan mı ibaret sayacağız?
Bir kentin büyümesi demek, sadece daha fazla bina dikmek demek değildir! Modern şehircilik anlayışında yeşil alanlar, sosyal donatı alanları ve ulaşım planlaması en az konutlar kadar önemlidir.
Ancak bizde önce binalar yükseliyor, sonra yollar yetmiyor, trafik içinden çıkılmaz hale geliyor, sonra bir çözüm aranıyor. Halbuki önceden planlı bir şehirleşme ile hem yeni konut ihtiyacı karşılanabilir hem de doğa korunabilir.
Antalya’da hala yapılabilecek çok şey var.
Yeni yapılan her sitenin belirli bir oranı yeşil alan olarak bırakılmalı.
Belediyeler, şehir içinde büyük park alanları oluşturmalı ve mevcut parkları korumalı.
Dikine mimari yerine daha düşük katlı, doğayla uyumlu projeler teşvik edilmeli.
Araç trafiği azaltılmalı, bisiklet yolları ve yaya alanları artırılmalı.
Evet, yeni konut ihtiyacı kaçınılmaz. Ama şehri tamamen betona teslim etmek de bir tercih meselesi. Antalya, doğasıyla, temiz havasıyla, mavisiyle ünlü bir şehir. Eğer bu güzellikleri koruyamazsak, gelecekte ne turizm kalır ne de yaşanabilir bir kent. Yetkililer artık ranta değil, insanlara ve doğaya odaklanmalı!
Antalya sadece büyüyen değil, bilinçli büyüyen bir şehir olmalı!
