14 Şubat, dünyada milyonlarca insanın sevgisini ifade etmek için hediyeler aldığı, romantik jestler yaptığı özel bir gün olarak kutlanıyor.
Ancak her yıl yaklaştığında, Sevgililer Günü’nün gerçekten aşkı ve sevgiyi kutlamaya mı hizmet ettiği yoksa tüketim çılgınlığının bir parçası mı olduğu sorusu gündeme geliyor.
Sevginin bir güne sığdırılması gerektiğini kim söyledi?
Tüm yıl boyunca devam etmesi gereken duygular, neden 14 Şubat’ta hediye, çiçek ve çikolata gibi maddi unsurlarla ifade edilmek zorunda?
İşin içine reklam kampanyaları, indirimler, sınırlı üretim ürünleri ve lüks restoran rezervasyonları girdiğinde, bu özel günün bir sevgi göstergesi mi yoksa ticari bir fırsata mı dönüştüğü tartışılır hale geliyor.
Elbette sevdiklerimize özel günlerde jestler yapmak, onları mutlu etmek güzel bir şeydir. Fakat bu jestler samimiyet ve içtenlikle mi yapılıyor, yoksa toplumsal baskının ve reklamların yönlendirmesiyle mi gerçekleşiyor?
Büyük markaların oluşturduğu yapay ihtiyaçlar, çiftleri pahalı hediyeler almaya, sosyal medyada ‘mükemmel anlar’ paylaşmaya zorlayarak adeta bir yarışa sokuyor. Sevgiyi göstermenin en iyi yolunun pahalı hediyeler olduğu algısı, birçok insanı maddi zorlukların içine sürüklüyor.
Oysa sevgi, gösterişle değil, anlamlı anlarla pekişir. Sevgililer Günü’nü kutlamak isteyenler için en değerli armağan, bir hediyeden çok birlikte geçirilen kaliteli zamandır.
Sıcak bir sohbet, birlikte yapılan bir yürüyüş veya içten bir mektup, çoğu zaman en pahalı hediyeden daha anlamlı olabilir.
Sevgililer Günü’nü kutlamak kişisel bir tercih olsa da, bu tür günlerin tüketim çılgınlığına dönüşmesine kapılmadan, gerçek anlamını hatırlamak önemli. Belki de sevginin tek bir güne sığdırılmayacak kadar değerli olduğunu unutmamak gerek…