Günümüzde birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de evlilik yaşı giderek yükseliyor ve doğurganlık oranı düşüyor. Ekonomik zorluklar, değişen toplumsal değerler ve bireysel tercihler, gençlerin evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını etkiliyor. Peki, bu durum sadece bireysel seçimlerden mi kaynaklanıyor, yoksa daha derin ekonomik ve sosyal sebepler mi var?
Eskiden erken yaşta evlilik ve geniş aile yapısı toplumsal norm olarak kabul edilirken, günümüzde bu tablo değişiyor. Gençler eğitim hayatlarını uzatıyor, iş bulmakta zorlanıyor ve ekonomik istikrarsızlık nedeniyle evliliği ertelemek zorunda kalıyor. Artan yaşam maliyetleri, özellikle yüksek kira fiyatları ve temel ihtiyaçların pahalılaşması, gençleri daha uzun süre aileleriyle yaşamaya itiyor.
Kadınların iş hayatında daha fazla yer alması da evlilik yaşını etkileyen bir diğer faktör. Kariyer planları, ekonomik özgürlüğü elde etme isteği ve modern hayatın getirdiği beklentiler, kadınların evlilik kararlarını ertelemesine neden oluyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bireylerin evlilikten kaçınmalarının temel sebebinin çoğunlukla özgürlük arayışı değil, ekonomik zorunluluklar olmasıdır.
Evlilik yaşı yükselirken, doğurganlık oranı da hızla düşüyor. Türkiye’de bir kadının yaşamı boyunca dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısı 2’nin altına düşmüş durumda. Uzmanlara göre, bu oran uzun vadede nüfusun yaşlanmasına ve ekonomik dengelerin bozulmasına yol açabilir.
Çocuk yetiştirmenin maliyeti artık sadece gıda ve sağlık harcamalarıyla sınırlı değil. Kaliteli bir eğitim aldırmak, güvenli bir çevrede büyütmek, sosyal ve kültürel etkinliklere katılım sağlamak gibi unsurlar da ailelerin kararlarını etkiliyor. Birçok çift, çocuk sahibi olmanın getirdiği mali yükü göze alamadığı için ya hiç çocuk yapmıyor ya da tek çocukla yetinmek zorunda kalıyor.
Evlilik yaşının yükselmesi ve doğurganlık oranının düşmesi, uzun vadede toplumsal yapıda önemli değişimlere neden olabilir. Genç nüfus azalırken, yaşlı nüfusun artması ekonomik ve sosyal dengeleri sarsabilir. Çalışan kesimin azalması, emeklilik sisteminin sürdürülebilirliği açısından risk oluşturabilir.
Bu noktada, aileyi destekleyen sosyal politikalar devreye sokulmalı. Gençlerin evlilik ve çocuk sahibi olma konusunda cesaretlendirilmesi için ekonomik destekler artırılmalı, konut projeleri genişletilmeli ve çocuk bakımına yönelik teşvikler uygulanmalıdır. Avrupa’da bazı ülkeler, düşen doğum oranlarını artırmak için ailelere maddi teşvikler sağlarken, Türkiye’nin de benzer adımları daha güçlü şekilde atması gerekiyor.
Aile yapısı, toplumun temel direğidir. Evlilik yaşının yükselmesi ve çocuk sayısının azalması, sadece bireysel tercihlerle açıklanamaz. Ekonomik şartların zorlaşması, gençlerin gelecek kaygısının artması ve sosyal politikaların yetersiz kalması, bu süreci hızlandırıyor.
Eğer güçlü bir gelecek inşa etmek istiyorsak, gençlerin evlenip aile kurmasını desteklemeli, çocuk yetiştirmeyi zorlaştıran ekonomik engelleri kaldırmalıyız. Aksi takdirde, birkaç on yıl içinde yaşlanan bir nüfusla, ekonomik ve sosyal açıdan daha büyük sorunlarla karşılaşabiliriz. Unutulmamalıdır ki, bir ülkenin gücü sadece ekonomisiyle değil, güçlü aile yapısıyla da doğrudan ilişkilidir.