Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili, eşsiz doğal güzelliklere ve zengin bir deniz ekosistemine sahip bir ülke. Marmara, Karadeniz, Ege ve Akdeniz gibi farklı özellikler taşıyan denizlerimiz; hem ekolojik dengeyi korumada hem de ekonomimize katkı sağlamada hayati bir rol oynuyor. Ancak bir soru var ki, bu soruyu kendimize yeterince sormuyoruz: Denizlerimize gerçekten ne kadar sahip çıkıyoruz?
Yüzyıllar boyunca denizlerimiz, sadece balıkçılık için değil, ticaret, turizm, taşımacılık ve ekolojik denge açısından da büyük bir kaynak oldu. Fakat bu kaynakları ne kadar bilinçli kullanıyoruz? Deniz kirliliği, aşırı avlanma, kıyıların betonlaşması ve iklim değişikliğinin etkileri gibi sorunlar, denizlerimizi her geçen gün daha büyük bir tehlike altına sokuyor.
Öncelikle, deniz kirliliği meselesine değinelim. Sanayi atıkları, evsel çöpler, tarımsal kimyasallar ve plastik atıklar denizlerimize büyük zarar veriyor. Kıyılarımıza vuran plastik atıkların görüntüsü, sadece estetik bir sorun değil, aynı zamanda deniz canlılarının hayatını tehdit eden bir durum. Deniz kaplumbağalarından balıklara, deniz kuşlarına kadar pek çok canlının plastik yutması, onları yavaş yavaş ölüme sürüklüyor. Bugün denizlerimizde yüzen her metreküp suyun içinde mikroplastik parçacıklar bulunuyor ve bu durum, gıda zinciri üzerinden bizleri de etkiliyor. Yani, denizlere attığımız her çöp, bir şekilde soframıza geri dönüyor.
Bir diğer önemli mesele ise aşırı avlanma. Denizlerimizdeki balık popülasyonları her geçen yıl azalıyor. Özellikle küçük balıkların henüz üreme dönemine girmeden avlanması, deniz ekosistemini ciddi şekilde tehdit ediyor. Yeterli önlem alınmadığında, gelecek nesiller belki de birçok balık türünü sadece kitaplarda görebilecek. Ülkemizde balıkçılık sektörü ekonomik olarak büyük bir önem taşısa da, bu durumun sürdürülebilir olması için avlanma yasaklarına uyulması, bilinçli balıkçılık yapılması ve deniz kaynaklarının korunması şart.
Bununla birlikte, kıyıların hızla yapılaşması ve doğal kıyı şeritlerinin betonlaşması, deniz ekosistemini olumsuz etkiliyor. Sahillerimize inşa edilen devasa oteller, marinalar ve turistik tesisler, denizin doğal akışını bozuyor, kıyı erozyonuna neden oluyor ve deniz canlılarının yaşam alanlarını yok ediyor. Deniz kenarındaki doğal güzellikler, kısa vadeli ekonomik kazançlar uğruna geri dönüşü olmayan bir şekilde tahrip ediliyor.
İklim değişikliği de denizlerimiz üzerinde derin izler bırakıyor. Deniz seviyesinin yükselmesi, suyun asitlenmesi ve sıcaklık değişimleri, deniz yaşamını büyük ölçüde tehdit ediyor. Akdeniz'de artan su sıcaklığı, istilacı türlerin bölgemize gelmesine neden olurken, yerel türlerin yaşam alanlarını daraltıyor. Örneğin, Akdeniz'de görülen aslan balığı, bölgedeki ekosistemi tehdit eden istilacı türlerden biri. Bu türler, yerel balık popülasyonlarını hızla tüketerek ekosistemin dengesini bozuyor.
Peki, çözüm nedir? Denizlerimize daha fazla sahip çıkmak için atılacak adımlar neler olmalıdır? Öncelikle, deniz kirliliği ile mücadele için bireysel farkındalığımızı artırmalıyız. Çöplerimizi denize atmamalı, plastik tüketimimizi azaltmalı ve denizlerimizi kirleten sanayi ve tarımsal faaliyetlere karşı daha duyarlı olmalıyız. Ayrıca, sürdürülebilir balıkçılık politikaları geliştirilmeli ve yasaklara sıkı sıkıya uyulmalıdır. Kıyılarımızın betonlaşmasını önlemek adına daha çevreci planlar yapılmalı, doğaya saygılı turizm anlayışları benimsenmelidir.
Sonuç olarak, denizlerimiz sadece bize değil, gelecek nesillere de aittir. Onları korumak, sürdürülebilir bir şekilde kullanmak ve kirletmeden gelecek kuşaklara aktarmak, hepimizin sorumluluğudur. Unutmayalım ki, denizlere sahip çıkmak, doğaya ve hayata sahip çıkmaktır. Eğer bugünden önlem almazsak, denizlerimiz de tıpkı paranın değeri gibi elimizden kayıp gidecek.